[ad_1]
Red Light bölgesi, son derece turistik bir atraksiyon olan Madame Tussaud Müzesi, Dam Meydanı, her köşe başında satılan lale tohumları ve Hollanda tahta terlikleri… Amsterdam’ın turistik ikonları olan tüm bu ‚klişe’lerden yeterince bahsedilmiş olmalı. Bu yazı ise naif bir Amsterdam üzerine. Brandlifemag.com editörlerinin gözünden özgürlükler şehri Amsterdam…
-
Amsterdam’da ‘legal’ olan pek çok şeyi yaşayabilme rahatlığı, sex shop’lar ve bilinen tüm diğer ‘özgürlükler’; son derece çılgın kostümlerle şehrin sokaklarında dolaşıp, bekarlığa veda partisi yapan erkek grupları başta olmak üzere, şehri pek çok insan için cazibe merkezi haline getirse de daha az turistik sokaklarda ve semtlerde zaman geçirerek, hatta biraz da köylere, kasabalara uzanarak, Amsterdam’lı biri gibi yaşamanın ucundan da olsa tadına bakmak, çok daha iç ısıtan bir deneyim.
-
Şehrin ana kanallarının birine bakan, yüksek tavanlı tipik bir Amsterdam evinde yüzümü donduran ve nefesimi kesen rüzgarla tanıştıktan hemen sonra, nefis peynir çeşitleriyle dolu bir ahşap peynir tabağının eşlikçisi olan dost bir sohbetin ve prosecco’nun tadını çıkarıyorum.
-
Sonraki günlerde bu denli sert rüzgarlarla bir daha karşılaşmamayı umarak, hava raporundaki sıcaklık değerlerinden ziyade rüzgar kuvveti ile ilgileniyoruz, tüm Amsterdamlılar gibi. Arkadaşım diyor ki, „Burada güzel havayı kimse kaçırmaz, günler öncesinden hava raporuna bakılır ve çalışanlar o gün izin almak için bahaneler düşünmeye başlarlar“ Kanala bakan büyük camlara ve açık bir mutfağa sahip, ahşap zeminli evde yaşayan arkadaşımın anlattıklarıyla hızlı bir Amsterdam girişi yapıyorum.
-
Turistik olmayacağım derken kaybolmamak adına, elbette şehri bir örümceğin ağı özeninde sarmalayan kanalları çözmek için elimde bir harita olması olağan. Tam bu esnada başıma, insanın henüz yabancısı olduğu bir şehirde karşılaşabileceği en güzel şeylerden biri geliyor. Kararsız bir şekilde duraksadığımı gören bir bisikletli, son derece iyi niyetli bir içgüdüyle bisikletini durdurup, nereyi aradığımı anladıktan sonra adres tarifi yapınca, dünyanın aslında hala iyi bir yer olduğuna dair umudum canlanıveriyor. Bu, ‘bir defaya özgü ve sanırım çok da umutsuz görünüyordum’ diye düşünüyorum, ancak bu durum birkaç defa tekrarlanınca iki seçenek kalıyor: Ya ben çok ‘kaybolmuş’ görünüyorum ya da Hollandalılar çok yardımsever ve centilmen.
-
Şehrin ana meydanlarından ve kalabalık noktalarından hızla geçiyorum. Vitrinlerdeki plastik görünümlü devasa pizza dilimlerinin ve kremaya bulanmış kocaman dilim pastaların, turist gruplarının, yanıp sönen tabelaların arasında bir gerçeklik bulmak pek söz konusu değil. Bu paketlenmiş ve tüketime sunulmuş alandan uzaklaşıp, merkezin hemen yanı başında sunulan pasta dilimlerinin tadına bakmak için sabırsızlanıyorum.
-
Jordaan bu semtlerden biri. Mahalle barlarında, kahvecilerde ve tasarım butiklerinde aylaklık etmek ve rüzgar almayan bir yer bulmak için azimli davranmak, benim için ikinci günün sonunda gerçek Amsterdam deneyimi haline geliyor. Zaman zaman ‘turistik’ tarafım içimde kımıldansa da ağırlıklı olarak burun kıvırıyorum. Keyfe keder bir şekilde devrilen saatlerden sonra akşam beni bekleyen, şehrin trend restoralarından olan Izakaya’da Japon füzyon lezzetleri.
-
Bir süre sonra bisiklet kiralamak fikri, yolları bilmediğim için ve son derece turistik geldiğinden, Amsterdam’ın dışında yer alan ve daha gelmeden radarıma takılan Edam’a gitmeyi planlıyorum. Düzenli ve düzgün sistem burada da işliyor. Edam, Volendam ve Marken’ı içeren bir otobüs rotası var. Elbette bu köyler için hazırlanan broşürlerde turistik bir pazarlama durumu söz konusu olsa da burnuma hiç de bayat bir koku gelmiyor; bilakis harita ve broşürdeki çizimlerin ve kısa bilgilerin sevimliliğine çabucak kapılıyorum.
-
Edam peyniri ile özdeşleşen Edam kasabasında hiç de öyle tahmin ettiğim gibi adım başı bir peynir butiği yok. Hatta sadece kasabanın meydanında bir tane gördüğümü söyleyebilirim. Meydanda mini bir müze ve otel bulunuyor. Otelin dışarıda yer alan kafesinde oturup kahve içmek, sonrasında evlere hayran kalarak, nehir kenarında sessiz sakin akan bir hayatın içinde yürüyüş yapmak ise gözlerime ve ruhuma iyi geliyor.
-
Volendam, Edam’dan sonra kuzey balıkçı kasabası havasıyla aynı gün içinde farklı bir görsellik yaşatıyor. Turistik ve hayli hareketli kasabanın limandan aşağıya doğru uzanan sokaklarındaysa yine sükunet hakim.
-
Amsterdam’ın kasabalarında, ara sokaklarda ve nehir kenarlarında gezerken, zevkli bahçelere sahip evlere bakmaya doyulmuyor.
-
Volendam’ın restoran, kafe ve hediyelik eşya dükkanlarının yanyana sıralandığı limanından binip, yarım saat sonra akşamüzeri saatlerinde indiğim Marken limanındaki bir restoran bara oturup, hayata kadeh kaldırıyorum.
-
Huzurlu, sessiz köyler turistlerin seyrekleştiği saatlerde daha da çok bir dekormuş gibi görünüyor gözüme. Sanki buralarda kimse yaşamıyor da insanlar, bir açık hava müzesindeymiş gibi hayran kalarak gezsinler diye düzenli olarak evlerin ve bahçelerin bakımı yapılıyor. Marken’ın huzurunun içinden geçip tekrar otobüse biniyorum. Vakit kaybettirmeyen, yormayan bir rota.
-
Tertemiz köyler, kasabalar. Otobüsten Amsterdam’a yaklaşırken Monnickendam’da inebileceğimi görüyorum. Kasabanın gözüme kestirdiğim restoranlarından sıcak bir dekorasyona sahip olan De Waegh’in kapısının önündeki masalardan birine oturup, patates kızartması ve balık siparişi veriyorum. Akşamüzeri saatlerinin yatay ışığında, renkler daha da yumuşuyor, kilisenin çanları çalıyor…
-
Otobüs, Amsterdam Centraal Tren İstasyonu’na vardığında akşam olmak üzere. İstasyonun hemen önünde, şehri bir örümcek ağı gibi saran tramvayların durağında, birkaç günlüğüne evim olan adrese giden tramvayı arıyorum.
-
Amsterdam’ın rahatlığı, kolaylığı ve samimiyeti; tüm turistik, neon ışıklı ve paketlenmiş tarafının aslında sadece bir ilüzyondan ibaret olduğu gerçeği, ana resimden biraz uzaklaşınca nispeten sakin ve huzurlu bir yaşamın akıp gittiğini hissetmek beni mutlu ediyor.
-
Mahalleme vardığımda evin yakınındaki marketten harika bir Hollanda hardalı, peynir ve bir şişe şarap alıyorum. Gün boyu gördüğüm köylerin, kasabaların dingin enerjisi, bana o Amsterdam akşamında ve sonrasında ihtiyacım olan her an eşlik ediyor.
[ad_2]
Devamini oku >>