[ad_1]
Sağlık Bakanlığı istatistiklerine göre, Türkiye’de yılda yaklaşık olarak 9 milyon kişi ruh ve sinir hastalıkları nedeniyle doktora başvuruyor. Gerek bu başvurular gerekse antidepresan kullanımı her yıl gittikçe artıyor. Son 5 yılda antidepresan kullanımı bile yüzde 27 arttı.
Bahçeşehir Üniversite Hastanesi Medical Park Göztepe Psikiyatri Anabilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Selma Bozkurt, 10 Ekim Dünya Ruh Sağlığı Günü öncesinde görülme oranı giderek artan depresyona ve sosyal medyanın depresyon üzerindeki etkisine dikkat çekti.
“EVDE OTUR ÇOCUK BAK” ALGISI HASTA EDİYOR
Depresyonun, yüzde 10 görülme oranıyla halen toplumdaki en yaygın hastalıklar arasında yer aldığını, erkeklerde yaşam boyu hastalanma riskinin yüzde 10, kadınlarda ise yüzde 20-25 olduğunu söyleyen Doç. Bozkurt, depresyon artışındaki nedenler ve tedavi yöntemleri konusunda şunları söyledi:
“Tüm toplumlarda depresyon kadınlarda, erkeklere göre iki kat daha sık görüyor. Kadınlarda 18-44 yaşları arasında, özellikle de 25 yaştan sonra daha fazla. Türkiye’de var olan ataerkil zihniyet, kadına, kendisinin de içselleştirdiği son derece geleneksel bir evlilik modelini dayatıyor. Bu ataerkil bakış, kadını geleneksel ev işleri ve çocuk bakımıyla tanımlıyor. Küçük yaşta evlilik ve gebelik, düşük eğitim düzeyi, eşin işsiz olması ve kadının bir işte çalışmıyor olması, çocuk sayısının fazlalığı, evlilikte uyumsuzluk, şiddete maruz kalma ve toplumsal annelik rollerine ilişkin yetersizlik duygusu kadınları depresyona yatkın hale getiriyor. Erken ebeveyn kaybı, madde ve alkol kullanımı, anksiyete bozuklukları, düşük sosyoekonomik düzey, boşanmış olma, işsizlik, daha önce depresyon geçirmek, yakın zamanda önemli yaşam olayları, stres etkenleri, kişilik yapısı, çocukluk döneminde cinsel veya fiziksel açıdan kötü davranışa maruz kalmak, bazı ilaçlar, tıbbi hastalıklar, hormonal değişiklikler depresyon riskini artıran başlıca faktörlerdir.
DURGUNLUK TEK BELİRTİ DEĞİL
Dünyada son 45 yılda intihar nedeniyle ölümler yüzde 60 arttı. Her yıl 1 milyondan fazla kişi intihar ederek ölüyor. İntihar edenlerin 70’inde depresyon olduğu biliniyor. Depresyon hastalarının yüzde 15’i yaşamına son veriyor. Bu rakamlar depresyonun ciddi ve tedavi edilmesi gereken bir sağlık sorunu olduğunun en önemli kanıtı. Depresyon kişinin duygusal, bilişsel (düşünsel), davranışsal ve bedensel alanlarını etkiliyor. Hastanın aile içi ve diğer sosyal yaşantısına da olumsuz yansıyor. Sosyal becerileri azalıyor. Kişiler arası ilişkileri aksıyor. Psikolojik alanda kişisel doyum, özgüvenle performans gösterme becerisi, özgüven duygusu, girişkenlik de azalıyor.
Davranış alanında yavaşlama, içe kapanıklık, durgunluk ortaya çıkıyor. Bu duruma bazen de gereksiz telaşlanma, huzursuzluk krizleri ekleniyor. Ayrıca depresyon kişinin zihinsel faaliyetlerini etkileyerek dikkatini, belleğini, öğrenme yetilerini olumsuz etkiliyor. Böylece zihinsel sorun yaşayanlar mesleki yaşamında başarılı olamıyor, performans kaybı yaşayabiliyor. Majör depresyon (depresyonun en ağır türü) kişinin genel sağlık durumunun bozulmasına neden oluyor. Çünkü diğer kronik hastalıkların (kalp hastalığı, hipertansiyon, diyabet, nörolojik hastalıklar gibi) seyrini ve tedaviye yanıtını da olumsuz yönde etkiliyor.
MUTLULUK POZLARI VE ZENGİNLİK BAŞ DÖNDÜRÜYOR
Sosyal medyada sıkça mutluluk pozlarıyla dolu paylaşımlar, her anında mutlu, neşeli ve tasasız kişileri görüyoruz. Bu durumun çok normal bir hal olduğu, bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde kitlelere empoze edilmeye çalışıyor. Özellikle gençler şık mekânlar, güzel yemekler, zayıf, bir manken kadar çekici, zengin ve her daim mutlu gözüken insanlardan, beğeni toplayan etkinliklerden, elit tabakanın katıldığı partilerden oluşan fotoğraflara, paylaşımlara bakıp kendi yaşantısını kıyaslayabiliyor. Kendi yaşantısının bu dünya ile hiçbir benzerliğinin olmadığını görerek mutsuzluğa kapılıyor. Bunun sonucunda yetersizlik, değersizlik düşünceleri, hayattan zevk alamama, enerji kaybı, sosyal içe çekilme, karamsarlık, alınganlık, dikkatte azalma ve odaklanma güçlüğü gibi depresif belirtilerin ortaya çıkması kolaylaşıyor.
Toplumsal olaylar ve zayıf olma, güzellik gibi değişen moda akımları psikososyal bir etken olarak özellikle ergen (adolesan) ve genç erişkin kadınlarda depresyonu tetikleyebiliyor. İlerleyen yaşlarda ise fiziksel rahatsızlıklara bağlı cinsiyete özgü ve kadınlığı temsil eden organ kayıpları (meme kanseri tedavisine bağlı saç, meme kaybı) depresyon için ayrıca tetikleyici olabiliyor.
„ANTİDEPRESANLA İLGİLİ YANLIŞ DÜŞÜNCELER VAR“
Depresyon mutlaka tedavi edilmesi gereken önemli bir hastalık. Depresyon sebebiyle hastaneye başvurular 40-60 yaşları arasında daha fazla görülüyor. Depresyon hastalarının önemli bir bölümü ise tedaviye gitmiyor. En gelişmiş ülkelerde bile depresyon nedeniyle tıbbi yardım alma oranı yüzde 100 değil. Ülkemizde ise bu oranın yüzde 20-30’lar civarında olduğu tahmin ediliyor.
Toplumumuzda antidepresanların bağımlılık yaptığına ya da uyuşturduğuna dair inanışlar ve internet veya sosyal ortamlardan yanlış bilgilenme de sık gözlemlediğimiz bir durum. Bilimsel dayanağı olmayan bu açıklamalardan etkilenen ve gerçekten antidepresan kullanması gereken, ağır depresyonu olan hastaların bazen çekindiğini, psikiyatriste başvurmaktan kaçındığını ve depresyonu gidermek için alkol-madde kullanma gibi yollara başvurduklarını görebiliyoruz.”
Fotoğraflar: Getty Images Turkey
[ad_2]
Kaynak