[ad_1]
Bilirim ki; müzik derde devadır. Bu aralar daha da fazla ruhumun ilacıdır. Özellikle, duygusu bana nüfuz eden yeni şarkılar ilk tercihim olur.
Bugünlerde tam da ruh halime denk gelen İrem Candar’ın yeni albümü ‘Gül ile Akide’yi dinliyorum. Adından başlayarak, derinlikli ve duygusal bir albüm. Bülbülün güle aşkını, hayatına mal olan o hazin aşk hikayesini bilirsiniz, işte albüm de adını böylesi dokunaklı aşktan alıyor. Nitekim, çıkış şarkısı ‘Beni Bana Bırakıp’ biten bir aşkı anlatıyor ama bir yandan umudu da saklı tutuyor. Candar’ın kendi anlatımıyla; “Her biten şey, her kapanan kapı, başka bir kapıyı açıyor.”
Sanatçıyı çok zamandır tanırım, müziğe olan tutkusunu ilk günden beri bilirim. Teoman’la söylediği ‘Bana Öyle Bakma’, ‘Seninim Son Kez’ ve ‘İki Aşk’ parçalarıyla geniş bir kesim tanıdı onu. Teoman’a eşlik ederken muazzam sesi ve yorumu, hemen herkesin dikkatini çekti. Tam da o günlerde, Candar’ı bir an önce daha geniş kitlelere hitap edecek tarzda işler yapmaya teşvik etmek istedik, ama kendi şarkılarında, müziğinde ısrar etti. Telkinlerimizi dinlemedi ve tarzını ortaya koyduğu ilk albümünü yayınladı. Ne olursa olsun “Ben böyle varım” dedi. Sonrasında da üretmeye devam etti. Nitekim beş yıl sonra ‘Gül ile Akide’ adını verdiği albümüyle, yeniden dinleyicisiyle buluştu. Şarkılarını dinlerken, anladım ki, Candar inandığı yoldan sapmadı. Kendine özgü yolculuğundan biriktirdikleri ise ‘Gül ile Akide’de pek güzel ifade buldu. ‘Yol’ adlı şarkısında söylediği gibi; “Güneş doğacak, bulut ağlayacak, su yolundan akacak.” İrem Candar haklı çıktı; su aktı ve yolunu buldu. Veya Fırat Tanış’la söyledikleri ‘Sevmeye Geldik’ adlı şarkısının sözlerindeki gibi; “Yersiz kavgalar, sevmek varken” diyebilmek güzel olandı. Böyle zor zamanlarda sevgiye davet etmekse, yine onun harcıydı. O yüzden ben de dileğine gönülden katılıyorum. Buz tutmuş kalpleri erittiğimiz, bu dünyanın geçici olduğunu unutmadığımız, keyifli ve sağlıklı günlerde hep birlikte olalım.
Bu arada İrem Candar’ın albümünün tanıtım konseri 3 Temmuz’da Moda Kayıkhane’de…
YÜREĞİMİZİN GÖTÜRDÜĞÜ YERDEYDİK
Siz hiç gerçekten yüreğinizin götürdüğü yere gittiniz mi? Geçtiğimiz günlerde, biz kelimenin tam anlamıyla, öylece yolun akışına bıraktık kendimizi… Aile ziyaretine Bursa’ya gidip, aynı gün İstanbul’a dönmek üzere öğle saatlerinde yola çıktık. Öğleden sonra Bursa’daydık. Nedense Bursa bize iyi gelmedi. Belki de, çocukluğumun şehri, artık benden çok uzaktaydı. İçimizden gelense, yolun bu kadarını aştıktan sonra durmayıp, Ege’ye devam etmekti. ‘Olur mu, olmaz mı?’ demeye kalmadan, direksiyonu kırdık İzmir yönüne. “Varsın yanımızda hiç eşya olmasın, bir çaresini buluruz” diyerek, iki saat içinde Balıkesir’i geçiverdik. Biraz da nostalji olsun diyerek, Susurluk’ta mola verip, şimdiki deyimle bir outlet’ten 3-5 parça eşya alıp, yola devam ettik. Akşam olup Ayvalık’a vardığımızda, kekik kokusunu ve zeytinin esintisini içimize çektiğimizde, bir kez daha anladık ki, bizim için her yol Ege’ye çıkıyordu. Her daim vazgeçemediğim Cunda Oteli’nde gün batımını karşıladık. Otelin içinde, kumsalda kurulu Quaff’da müziğin keyfini yaşadık. Ertesi gün Cunda’nın içinde Ayna restoranda yediğimiz yemekle, Cunda rituelimizi tamamladık. Doğrusu bu ya, sadece iki günlük bir şeydi ama en güzel tatil anılarından biri olarak, şimdiden hatırımızda yerini aldı.
[ad_2]
Devamini oku >>