fbpx
Kültür

Anadolu'da 670 köyü inceledi, 'Geleneksel Alevilik'i yazdı

[ad_1]

İletişim Yayınları; İsmail Saymaz’ın „Kimsesizler Cumhuriyeti“ni, Ekin Kadir Selçuk’un Türkiye sağının öne çıkan hareketlerinden birini anlattığı „Mücadeleciler“i, Rıza Yıldırım’ın Tokat-Amasya-Sivas-Çorum bölgesinde 670 Alevi köyündeki araştırmasına dayanan „Geleneksel Alevilik“i,

Wilhelm Schmid’in „Hediye Vermek ve Hediye Almak Üzerine“yi, Cenap Karakaya’nın çevirdiği Platon’un „Kratylos“u ve Ali Selman tarafından çevrilen Stephen Kotkin’in „Stalin“ biyografisinin ilk cildi „İktidar Paradoksları“nı okurla buluşturuyor. Kitaplar 12 Ekim’de raflardaki yerini alacak.

Kimsesizler Cumhuriyeti

İletişim Yayınları, gazeteci-yazar İsmail Saymaz’ın yeni kitabı Kimsesizler Cumhuriyeti’ni okurlarla buluşturuyor. İsmail Saymaz, kitapta tarikat ve cemaatlere ait kaçak eğitim kurumlarında yaşanan ihmalleri ve çocuklara yönelik istismarları inceleyerek yoksul aile çocuklarının dramını gözler önüne seriyor. Bu çalışma, aynı zamanda bu kaçak kuruluşların varlığını normalleştirmek için yapılanları da bir bir ortaya döküyor.

Arka kapaktan

12 Eylül’den itibaren uygulanmaya başlanıp AKP iktidarlarında tamamlanan neo-liberal ekonomik politikalar sonucu Türkiye’de yoksulluk ve yoksunluk, tarikat ve cemaatlerin istismar alanına dönüştü.

İsmail Saymaz, tarikat ve cemaatlere terk edilen eğitim alanındaki ihmalleri, kamu görevlilerinin dinî gruplara yol vermesini ve nihayet yoksul aile çocuklarının dramını gözler önüne seriyor.

Kimsesizler Cumhuriyeti, tarikatların „endişelerini“ gidermek için kaçak eğitim kurumu açmanın ve bu kuruluşlarda çalışmanın suç olmaktan çıkarılmasının sonuçlarına ışık tutuyor. Ölen, sakat kalan, cinsel saldırılarla hayatları kararan bu çocukları kader kurbanı ilan eden zihniyetin somut suç ortaklığını gösteriyor.

Kitaptan alıntı

„Diyarbakır’ın Karaağaç Köyü Kuran Kursu’nda can veren altı çocuk; tarikat şeyhleri tarafından kutsanmış ‚imansız‘ bir piyasanın ve bu kuralsız piyasada bozdurulmuş kör bir inancın kurbanlarıydı. Karaağaçlı çocukları; anayasasında yazıldığı üzere demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olması beklenen Türkiye Cumhuriyeti’nin diğer kimsesizleri izledi: Konya Taşkent’te doğalgaz patlamasında yiten on sekiz ve Adana Aladağ’da köze dönmüş on iki kız çocuğu, Karaman’da tecavüze uğrayan on erkek çocuk, Kütahya’da bir kolunu kıyma makinesinde bırakan on iki yaşındaki Nurettin ve Adıyaman’da bir ortaokul pansiyonunda ırzına geçilen erkek çocuklar…“

„Mücadeleciler“ – Mücadele Birliği (1964-1980)

İletişim Yayınları, Ekin Kadir Selçuk’un „Mücadeleciler“ – Mücadele Birliği (1964-1980) başlıklı çalışmasını yayımlıyor. Selçuk, ülkücüler ve İslâmcılar kadar tanınmasa da Türkiye sağının öne çıkan hareketleri arasında yer alan Mücadeleciler’i tüm yönleriyle incelerken, bu hareketin içinden yetişmiş isimlerin sonraki yıllarda Adalet Partisi ve Adalet ve Kalkınma Partisi’nde geldikleri konumu da gösteriyor. Türkiye sağının önemli bir hareketinin tarihsel seyrini ve etkilerini merak edenler için temel bir başvuru kaynağı…

Arka kapaktan

Türkiye sağının belki ülkücüler ve İslâmcılar kadar „meşhur“ olmayan fakat çok etkili olmuş, biraz da „gizemli“ bir hareketinin portresini çizen bir kitap „Mücadeleciler“. 1964-1980 döneminde Mücadele Birliği derneğinde örgütlenen, Yeniden Milli Mücadele dergisini ve Bayrak gazetesini çıkartan „Mücadeleciler“, milliyetçi-muhafazakâr cenahta kendilerine bir yer açtılar. Anti-komünizm, Siyonizm, Batı’ya karşı müteyakkız ve beka kaygısıyla hassaslaşmış bir milliyetçilik, „yabancılaşmış“ aydın meselesi gibi dönemin sağının temel davalarını, „İlmî Sağ“ doktriniyle kapsama iddiasındaydılar.

Bu hareketin asıl kendine özgü yanı, „teşkilatı üstün zümre“ yetiştirmeyi hedefleyen bir dar kadro hareketi olmasıdır. Emellerini, „devleti devletin öz evlatlarının yönetmesi“ diye ifade ediyorlardı. Nitekim Adalet Partisi’nden Adalet ve Kalkınma Partisi’ne, etkili mevkilere gelen kadrolar çıktı „Mücadeleciler“den.

Ekin Kadir Selçuk, „Mücadeleciler“in ideolojik portresiyle beraber sosyal ilişki ağını otoriter teşkilat kültürünü, iklimini de, zengin ayrıntılarıyla tasvir ediyor.

Kitaptan alıntı

„Fevkalade iyi giyinmişler, disiplinli bir fiziki görüntüleri var. Konuşmaları son derece disipline edilmiş, birbirlerine söz hakkı veriyorlar. Ama fasılasız olarak bize beynelmilel Yahudi emperyalizmini anlatıyorlar. İşte millet düşmanları kimlerdir falan… Biz çok etkilendik. Zaten ideolojik olarak da derli toplu bir ideolojik endoktrinasyona tabi olmamıştık. Aradığımızı bulmanın sevinci oldu içimizde.“

Geleneksel Alevilik

İletişim Yayınları daha önce Aleviliğin Doğuşu başlıklı araştırmasını yayımladığı Rıza Yıldırım’ın bu kez Geleneksel Alevilik -İnanç, İbadet, Kurumlar, Toplumsal Yapı, Kolektif, Bellek adlı kitabını yayımlıyor. Tokat-Amasya-Sivas-Çorum bölgesinde 670 Alevi köyünde dört yüzü aşkın dede, baba, âşık ve anayla yaptığı titiz mülakatlara dayandırdığı bu çalışmasında Yıldırım, Aleviliğin unutulmak üzere olan „geleneksel“ katmanını inceliyor. Alevilik üzerine temel bir başvuru kaynağı…

Arka kapaktan

Aleviliğin, gitgide kaybolmakta olan bir katmanını ele alıyor bu kitap: Rıza Yıldırım’a göre, günümüz Aleviliğinin en alt katmanını oluşturan geleneksel Aleviliği. „Yalıtılmış, sıkdokulu, kırsal“ ilişkilere dayanan, „mistik ve mitik nitelikli dogmalar“la kendini sözlü iletişimle yeniden üreten bir kültür olarak tasvir edilen geleneksel Alevilik, aktarım kanalları hayli tıkanmış olduğundan, bir tür „gizli kaynak“ havası taşıyor.

Tokat-Amasya-Sivas-Çorum bölgesinde 670 Alevi köyünde dört yüzü aşkın dede, baba, âşık ve anayla derinlemesine mülakatlara dayanan bu çalışma, geleneksel Aleviliğin dünyasına geniş bir bakış sunuyor. Kolektif belleğin haritasını çizen, menkıbeleri, yazılı metinleri ve inanç temellerini anlatan çalışmada; dinî olmanın yanında edebî bir değer de taşıyan zengin bir kolektif menkıbe örnekleri derlemesi yer alıyor. İbadetler, cem töreni, ocak, dedelik, taliplik, musahiplik kurum ve ilişkileriyle, geleneksel Alevi toplum düzeninin canlı bir resmi çiziliyor.

Modernleşme ve kentleşmenin etkisi altında çözülürken, oluşum sürecindeki modern Aleviliğin temel kaynağını oluşturan bir „eski“ Aleviliğin, son derece canlı bir portresi.

Kitaptan alıntı

„Bir insanlık mirası göz göre göre kayboluyordu. Ve biz, her bir görüşmemizde bu gerçeği biraz daha yakından gözlemliyor, bu büyük kaybın hüznünü biraz daha derinden seziyorduk. Bütün anlatıcılar bir kayıp hikâyesi anlattıklarının farkındaydı. O yüzden hep hüzünlüydüler. Ve yine o yüzden hep daha fazla anlatmak istediler.“

Hediye Vermek ve Hediye Almak Üzerine

İletişim Yayınları, on sekiz dile çevrilen kitaplarının dünya çapındaki satışı bir milyona yaklaşan felsefeci Wilhelm Schmid’in Hediye Vermek ve Hediye Almak Üzerine’sini yayımlıyor. Schmid, „Doğru hediye nasıl seçilir?“den „Hediye beğenilmezse ne olur?“a, cömertlik ve hediye vermek arasındaki ilişkiden hediyenin aşk ilişkilerindeki yerine uzanan bir alanda „hediye“ kavramı üzerine düşünüyor. Tanıl Bora’nın çevirisiyle…

Bayramlarda, yılbaşlarında, doğum günlerinde, yıl dönümlerinde sevdiklerine hediye almak âdettendir. Ama birine hediye vermek için bu vesileleri beklemek gerekmez illa. Bazen sevdiğine değer verdiğini göstermenin, bazen birinden af dilemenin, bazen de arzu edilen bir şeye ya da konuma ulaşmanın yoludur hediye.

Hediye vermek güzel ama zahmetlidir. Hayatı güzelleştiren ve zenginleşiren bu sanat bilgi, beceri ve incelik gerektirir. Doğru hediye nasıl seçilir? Maddi ve manevi hediyelerden hangisi daha makbuldür? Hediye almak, kişiye doğrudan karşılık verme yükümlülüğü getirir mi? Hediye beğenilmezse ne olur? Birine sevgi, dostluk, zaman ve dikkat hediye etmek ne anlama gelir? Hediye vermek mi, yoksa hediye almak mı insanı daha mutlu eder? Cömertliğin hediye vermekle ilişkisi nedir? En iyi hediye, en pahalı olan mıdır? Aşk ilişkilerinde hediyenin yeri ve rolü nedir? Arkadaşlık kendi başına bir hediye midir? İnsan kendisine hediye vermeli midir?

Wilhelm Schmid, Hediye Vermek ve Hediye Almak Üzerine’de hediyelerin gündelik hayatımızda ne kadar önemli bir yeri olduğunu gösteriyor. Yazar hediye seçiminde özenli ve ölçülü olmanın önemini vurgularken, farklı durumlarda uygun hediyeyi bulmak için değerli tüyolar veriyor.

Kratylos

İletişim Yayınları, siyaset felsefesi klasiklerini yayımlamaya Platon’un Kratylos’u ile devam ediyor. Platon, „adların doğruluğu“ üzerine yaşanan tartışmadan yola çıkarak „dil“ üzerine düşündüğü bu kitabında Kratylos’un dil anlayışı eleştirirken, dilin hem bilgi hem de varlıkla kurduğu ilişki üzerine düşünmenin kapılarını açıyor.

Platon’un orta veya geç dönem eserlerinden olan Kratylos diyaloguna eski çağ tarihçilerinin ve felsefe tarihçilerinin ilgisi son yıllarda giderek arttı. Diğer taraftan dil felsefesinin gelişmesiyle, dilbilimciler de Kratylos diyalogunu yeniden incelemeye başladılar. Kratylos’ta Platon „adların doğruluğu“ tartışması üzerinden dil konusunu ele alır. Adların ait oldukları şeylerle ilişkisini birbirine zıt iki varsayımdan hareketle sorgulayan Kratylos ve Hermogenes’e Socrates’in verdiği yanıtları aktarırken, dilin hem bilgi hem de varlıkla ilişkisi üzerine düşünür. Dil, sadece insanlar arasındaki iletişimi sağlayan bir araç değil, aynı zamanda varlığın ve bilmenin en önemli unsurlarındandır. Platon bu diyaloglarda bir şeyin adını bilmekle o şeyi bilmeyi özdeş tutan Kratylos’un doğalcı dil anlayışını eleştirirken, dile epistemoloji yapmayı sağlayacak bir işlev kazandırmayı amaçlar.

„Platon, Kratylos’ta felsefe yapmayı olanaklı kılacak dayanağı, yani logos’u sorgular. Söz ya da söylem olarak pek çok dilsel parçadan oluşan logosun en önemli parçası Diyalog’un etrafında döndüğü ad ya da adlandırmadır. Ad ile adlandırılan şey arasındaki ilişkinin ne olduğunun çözümlenmesi, Platon için felsefe yapmayı olanaklı kılacak can alıcı noktadır. Ad, adı olduğu şeyin özüyle ya da doğasıyla, diğer bir deyişle, gerçekliğiyle ne kadar ilişkilidir? Diyalog’un özünü oluşturan bu yalın soru, felsefede epistemolojiden teolojiye dal budak sarmış bütün konuların altında sinsice yanıtlanmayı bekler.“ Hasan Aslan

Stalin

İletişim Yayınları, Stephen Kotkin’in üç ciltlik Stalin biyografisinin ilk cildi Stalin – İktidar Paradoksları’nı yayımlıyor. Stalin’in yoksul çocukluk yıllarını, gençlik dönemini ve Sovyetler’in ilk on yılında bir lider olarak öne çıkış aşamalarını anlatan bu kitap, Sibirya sürgününden hapishane günlerine de uzanan geniş bir zaman dilimde okurları „genç Stalin“le tanıştırıyor. Stalin üzerine kaleme alınmış en kapsamlı biyografi…

Stephen Kotkin üç ciltlik büyük emek ürünü eserinin bu ilk cildinde, 20. yüzyıl tarihinin şüphesiz en etkili siyasi şahsiyetlerinden Stalin’in Çarlık Rusyası’ndan Ekim Devrimi ve sonrasına uzanan 1878-1928 arası „yetişme“ sürecini anlatıyor. „Stalinizm“in kuluçka dönemi olarak da okunabilecek bir süreç.

Stalin’in gençlik dönemi ve onun Sovyet iktidarının ilk on yıllık döneminde bir lider olarak sivrilmesinin seyrini anlatıyor bu kitap.

Stalin’in -„o zamanki“ adıyla Soso Cugaşvili- yoksul bir ailenin evladı olarak Gürcistan taşrasında geçirdiği çocukluk ve ilk gençlik, zorlu bir mahrumiyet hikâyesidir. Bunu, Tiflis’te bir papaz okulu tecrübesi izler. Dünyayı ve Rusya‚yı sarsan çağ dönümünde, onun da yönü değişir. Gürcü sosyal milliyetçiliğinden etkilenir, onun üzerinden Marksist sosyalizme yönelir.

Kotkin, Stalin’in 1901-1917 yılları arasındaki hayatını, Rusya’da dönemin devrimcileri açısından tipik bir „kariyer“ olarak anlatır: Gizli siyasi örgütleme faaliyeti, ajitasyon, Sibirya sürgünü, hapislik… „Öfke biriktirerek“ geçen bir dönem…

Kitap, bu tipik kariyer içinde genç Stalin’i ayırt edeni de son derece canlı tasvir ediyor: Kabadayı kültüründen de beslenen bir gözüpeklik, yoldaşlarını „düşmanlaştırabilen“ bir rekabet ve kuşkuculuk, „sıradan“ kadroları örgütleme kabiliyeti. Sıradan olan veya öyle görünen bir militanın, liderliğe açılan yolu…

[ad_2]

Devamini oku >>

Cok okunan

To Top