fbpx
Kültür

Osmanlı zihniyeti nasıl oluştu?

[ad_1]

İletişim Yayınları; Oylum Yılmaz’ın „Cadı“, Menekşe Toprak’ın „Arı Fısıltıları“, Abdulrazak Gurnah’ın Müge Günay’ın çevirdiği „Sessizliğe Hayranlık“ romanları ile Ali Fuat Bilkan’ın kuruluş döneminde telif ve tercümeyi anlattığı „Osmanlı Zihniyetinin Oluşumu“, Selahattin Yıldırım’ın „Gramsci’yi Okumak“, Sebastian Haffner’ın Hulki Demirel tarafından çevrilen „Bir Alman’ın Hikâyesi“ ve ve Kayıhan Pala ile Türk Tabipleri Birliği Şehir Hastaneleri İzleme Grubu tarafından derlenen „Türkiye‚de Sağlıkta Kamu-Özel Ortaklığı / Şehir Hastaneleri“ kitaplarını okurla buluşturdu.

Cadı

İletişim Yayınları, daha önce Duygu Asena Roman Ödülü’nü kazanan Gerçek Hayat’ını yayımladığı Oylum Yılmaz’ın şimdi de Cadı adlı romanını yeniden yayımlıyor. Kendine has dili ve anlatım tarzıyla son dönem Türkçe edebiyatının dikkat çeken genç isimleri arasında gösterilen Yılmaz, Cadı’da kahramanı Ümran üzerinden hayatın derin bir sorgulamasını yapıyor.

Arka kapaktan:

Adanın eskileri, uç uca, üst üste büyük ağaçları, yarım yarım saadetleri, kaybolan cinleri… Gizlisi saklısıyla, kahırlı, yankılı, tufanlı… Cadı, şayianın uçurduğu gövdesiyle Ümran’ın hikâyesi… Sinek papaz esas erkek, kupa kız esas kadın.

Oylum Yılmaz, gidişi, gelişi ve kendisinden arta kalanı, istenmeyen bir kadını anlatıyor. Dünya, hatırlanmayan masallarla bir bir eksiliyor.

Kitaptan alıntı:

„Kötü dediler bana, kötü kötü kötü… İçimde nasıl bir prenses vardı oysa, böyle saçları sırma, gözleri menekşeli, kıpır kıpır kirpikleri kaşlarına değen, danteller işleyen dünyaya, tertemiz sarayı, mutfağında kaynayan hep bir tencere çorba, bahçesinde ayrık otlarından eser yok, şebboylar, şakayıklar, leylaklar, en kötü ihtimalle cam güzelleri, işinde gücünde, kendi halinde, gerektikçe iyilik peşinde koşan bir prenses, ve daha da gerekirse iyilik meleği, şaşakaldım doğrusu… Kötü kötü kötüsün dediler bana, huylandılar açıkça, huylandılar da hayalime yalanıma sövdüler. İçten içe göz diktiğim şeyleri nasıl da gördüler dedim, alnımda mı yazıyor yoksa yahu, sahnelere çıkmak istediğim, eteklerimi aça aça bir dansöz, bağıra bağıra bir oyuncu olmak istediğim…“

Arı Fısıltıları

İletişim Yayınları her biri okur tarafından ilgiyle karşılanan Temmuz Çocukları, Valizdeki Mektup ve Ağıtın Sonu adlı kitaplarını yayımladığı Menekşe Toprak’ın yeni romanı Arı Fısıltıları’nı okurlarla buluşturuyor. Yaşamı, öfkeli ve aşk dolu bir heyecanın diliyle anlatan Toprak; isyancı gençleri, Berkin’i, alevi türkülerini de romanına katıyor ve her birini unutulmaz kılıyor.

Arka kapaktan:

Kavgalar, patlamalar, köye getirilen cenazeler… Suna’nın Deniz’e olan aşkı… Büyük sözler, insanın kalbini ve ruhunu cendereye sokan ebeveynler… Tahakkümle hesaplaşan genç isyanlar. Uykusuz bir Derviş, konuşulan Berkin, usul usul Alevi türküleri… Şimdiki zamanın siyaseti, harareti ve bitimsiz deveranları…

Anne kokusu, toprağın nemi, karbonatlı çay ve tütün kokusu, aşk kokusu; buhar, sabun ve ter kokusu… Yanık et, kan ve lağım… Arı Fısıltıları, dünyanın kokusunu anlatıyor.

Menekşe Toprak, yaşamın beyhudeliğini maharetle anlatırken arıların fısıltısına kulak kesiliyor. Duygun, öfkeli ve aşk dolu…

Kitaptan alıntı:

„İşittiğini tanımlamaya kalkışsa, ufak tefek, zayıf bir gövdenin çıkarabileceği bir ses bu, derdi… Derviş’e öyle geldi ki, bir soru soruyordu bu ses. ‚Ellerim nerede?‘ diyordu sanki. ‚Kollarım, bacaklarım nerede, göstersene, içim nerede?‘ Arılar çoktan başının etrafında dönmeyi bırakıp arkasındaki bir dala konmuş ama Derviş fidan tarlasının ortasında kasılıp kalmış, beyninde uğuldamaya devam eden bu sesi dinliyor, aslında aynı anda için için Zahide’yi aradığını biliyor, onun kulağına eğilip bir yol göstermesini, gösteremese de ‚Ne yapacaksın Derviş?‘ diye sormasını bekliyordu.“

Sessizliğe Hayranlık

Modern Afrika edebiyatının en önemli isimlerinden biri olarak görülen Abdulrazak Gurnah’ın Sessizliğe Hayranlık adlı romanı İletişim Yayınları tarafından edebiyatseverlerin beğenisine sunuldu. Gurnah, üniversite öğrenimi için İngiltere‚ye giden, orada bir aile kuran, ancak bir türlü kendini oraya ait hissedemeyen sessiz ve isimsiz kahramanı üzerinden, dünyada kendini köksüz ve „yabancı“ hissetme halini irdeliyor. Sessizliğe Hayranlık, Murat Belge’nin önsözüyle…

Sessizliğe Hayranlık, etnisite, ırk, cinsiyet ve ulus meselelerini çokkatmanlı bir anlatıyla ele alan bir başyapıt.

Sessizliğe Hayranlık’ın sessiz ve isimsiz anlatıcısı, üniversite öğrenimi için geldiği İngiltere’de yerleşip aile kurmasına karşın yıllardır aidiyet sorunu yaşamaktadır. Bu sorunu anavatanı Zanzibar’a dönerek çözmeyi deneyen „sessiz anlatıcı“, anavatanında karşılaştığı ruhsal ve manevi engellerle birlikte sorunun mekânla veya coğrafyayla sınırlı olmadığını anlayacaktır. Kuşaktan kuşağa devrolan bir kimlik ve aidiyet sorununu sınırları ve milliyetleri kateden bir anlatı içinde sunan Sessizliğe Hayranlık insanlığın evrensel ütopyasına yönelik bir umut kıvılcımı.

„Abdulrazak Gurnah’ın bugünkü Afrika romanının önde gelen temsilcilerinden biri olduğunu düşünüyorum.“ Murat Belge

„Irk, ihanet ve kimlik meselelerini böylesine güçlü ve satirik bir içgörüyle sunan çok az roman var.“ Caroline Gascoigne

Osmanlı Zihniyetinin Oluşumu

Ali Fuat Bilkan’ın Osmanlı zihniyetinin var olma evrelerini detaylı bir şekilde araştırdığı çalışması Osmanlı Zihniyetinin Oluşumu İletişim Yayınları tarafından yayımlanıyor. Bilkan, ele aldığı dönemlerin yalnızca siyasî ve dinî metinlerini değil; tarih, bilim, sanat ve edebiyat metinlerini de inceleyerek ortaya geniş kapsamlı bir araştırma koyuyor. Günümüzü de etkileyen bir zihniyet dünyasını anlamak için temel bir başvuru kaynağı…

Ali Fuat Bilkan, dönemin sadece siyasî ve dinî metinlerini değil, tarih, bilim, sanat ve bilhassa edebiyat literatürünü -sadece „yüksek“ edebiyatı değil halk arasında rağbet gören edebiyatı da- inceleyerek, Osmanlı zihniyet ikliminin oluşumunu resmediyor. Osmanlı Devleti’nin, ilk evresinde, Selçuklu ve onun devamı niteliğindeki Anadolu Beylikleri’nden devraldığı mirası yeniden ürettiğini; 15. yüzyıldan sonra „özgün“ bir kültürel üretimin başladığını görüyoruz. Her halükârda, arka planda Hint ve İran kültür zemininden yeşeren birikimin, Sasanî ve Timurlu devlet geleneklerinin Osmanlı zihniyet dünyasına vurduğu damga barizdir – keza heterodoksinin ve onu bastırma gayretinin de… Hz. Muhammed ve Hz. Ali etrafında oluşan edebiyata, „alperen“ tiplemesine, Oğuzculuğa, velî kültüne, tasavvuf ve tarikat yapılarına, şiirin ve bilimin kaynaklarına bakarak, ince işçilikle çizilmiş bir zihniyet haritası.

„Anadolu Selçukluları ve Beyliklerin bilim, sanat ve kültüre katkılarının ‚Osmanlı‘ kavramının gölgesinde kaldığı bir gerçektir. (…) Henüz devlet otoritesinin ‚merkezîleştirici‘ baskısının oluşmadığı ve birden fazla dinî, siyasî ve kültürel güç odağının varlığını sürdürdüğü bir dönemde, dinin ve tasavvufun toplum hayatındaki gerçek yeri de açıkça görülmektedir. Bir sonraki yüzyıllarda neredeyse tamamen devlet denetimine girecek ve kurumsal hâle gelecek olan dinî hayat, kuruluş döneminin en renkli yönünü oluşturmuştur.“ Ali Fuat Bilkan

Gramsci’yi Okumak

İletişim Yayınları, Selahattin Yıldırım’ın Marksist düşüncenin en önemli isimlerinden birini, Antonio Gramsci’yi anlamak için rehber niteliği taşıyan çalışması Gramsci’yi Okumak’ı yayımlıyor. Çalışmasının akademisyenlere ve uzmanlara değil, „sıradan“ okura hitap ettiğini söyleyen Yıldırım’ın Gramsci’yi Okumak’ı, „hegemonya“, „pasif devrim“ ve „tarihsel blok“ gibi birçok kavramın yaratıcısı Gramsci’yle tanışmak isteyen okurlar için bir başucu kitabı niteliğinde…

Arka kapaktan:

Selahattin Yıldırım, Marksizme, sosyalizme ve özgürlükçü düşünceye katkısını bu sözlerle özetlediği Antonio Gramsci için bir tür okuma kılavuzu sunuyor. Akademisyenlere veya uzmanlarına değil, „sıradan“ okura hitap ettiğini söyleyerek… Nitekim, sunduğu seçme-süzme alıntılarla bu büyük düşünürü keşfetmekte rehber işlevi görecek, „okur dostu“ bir çalışma elinizdeki. Bununla beraber, hem birincil kaynaklardan hem „Gramsci ustalarından“ faydalanarak, aşkla yazılmış olan kitabın, konunun özel meraklılarına da söyleyecekleri var. Yazar, Gramsci’nin düşünme ve yazma üslubunu özellikle önemsiyor. Onun, demokratik filozofluğuna dikkat çekiyor: „Son sözü söylemeyen, ucu açık, bitirilmemiş, diyaloğa ve yeni katkılara açık oluşuna… okur üzerinde bir egemenlik kurma girişiminde bulunmamasına“… Hegemonya, pasif devrim, tarihsel blok gibi birçok kavrama damgasını vurmuş, ideoloji, sivil toplum, aydınlar, kültür gibi birçok „kronik“ meselede yeni ufuklar açmış bir düşünürle tanışmak, zaten tanıyanlar içinse, onunla sohbeti genişletmek için…

Kitaptan alıntı:

„Gramsci’nin… felsefe, kültür-sanat-edebiyat ve siyaset arasında mükemmel bir köprü kurması ve bunları gerçekçi bir bütünsellik içinde bağdaştırması; determinist (belirlenimci), kaderci, pozitivist, kaba maddeci ve araçsal akılcı düşünme tarzına karşı, üstün bir eleştirel anlayışla karşı çıkması; anti-demokratik, otoriter, seçkinci, yukarıdancı (Jakoben ya da Sezarist) merkeziyetçi siyasal ve toplumsal oluşumlara karşı, bireye, öznelliğe, gerçek taban demokrasisine, özgürleştirmeye dayalı bir anlayışla teori ve pratikte yeni seçenekler sunması vurgulanmalıdır.“

Bir Alman’ın Hikâyesi

İletişim Yayınları, Nazilerin iktidara gelişini „sıradan“ bir insanın gözünden anlatan Bir Alman’ın Hikâyesi’ni yayımlıyor. Politik biri olmayan ve bu yüzden Nazilerin yükselişinin kendi hayatına etki etmeyeceğini düşünen Haffner’in kendi yanılgısıyla nasıl yüzleştiğini ve baskıcı rejimlerinin „sıradan“ insanların hayatlarını da nasıl etkilediğini gösteren Bir Alman’ın Hikâyesi, „faşizm“ üzerine yazılmış bir politika ya da tarih kitabının anlatabileceğinden çok daha fazla şeyi anlatıyor.

Arka kapaktan:

Nazilerin adım adım iktidara gelişini, „Yok canım, hiç olur mu?“ denenlerin gerçek oluşunu yaşayan, sıradan bir Alman’ın tanıklığı… Politik olmayan, sertleşen siyasi mücadeleyi korunaklı bir konumdan izleyen, „Bana dokunmazlar,“ diyen birisiyle karşı karşıyayız. Bu totaliter iktidarın nasıl herkese, her şeye, hayatın her alanına dokunduğunu yavaş yavaş, ürpererek fark ediyor, soluğu daralıyor. Bu kitap, o ürpertinin hikâyesi. Bir Alman’ın Hikâyesi, Nazizmi/faşizmi, teorik metinlerin ve tarih kitaplarının aktarmaya pek muktedir olamayacağı bir derinlik ve duyguyla anlamamızı sağlayan bir anlatı.

Kitaptan alıntı:

„Devlet, münferit kişiden, arkadaşlarından kopmasını, sevgilisini terk etmesini, kendi fikirlerinden vazgeçip önüne konan fikirleri benimsemesini, insanları alıştığından farklı bir şekilde selamlamasını, hoşlandığından farklı şeyler yemesini ve içmesini, boş zamanını nefret ettiği birtakım faaliyetler için heba etmesini, bütünüyle reddettiği maceralar için kendisini emre amade kılmasını, geçmişini ve benliğini reddetmesini ve bütün bunları yaparken her an yoğun bir coşku ve minnettarlık göstermesini, korkunç tehditler savurarak talep eder. Münferit şahıs bir kahraman olarak doğmamıştır, hele şehit olmak aklından bile geçmez. Sıradan bir insandır, birçok zaafı vardır… Ama kendisinden talep edilenleri istemez, bu nedenle düelloyu kabul eder – pek heyecanlı değildir, daha ziyade omuzlarını silkerek kabul eder düelloyu, ama diğer taraftan sessiz bir kararlılık içindedir de, yılmayacaktır.“

„Haffner’in anlatımı, yalnızca üslûbunun parlaklığıyla, şiirsel denebilecek canlılığıyla ve berrak görüşüyle kalmıyor, usul usul yaklaşmakta olan değişimleri algılamaktaki duyarlılığıyla dikkat çekiyor – adeta, antisemit terörün doğrudan kurbanlarından biriymişçesine.“ Der Spiegel

Türkiye’de Sağlıkta Kamu-Özel Ortaklığı / Şehir Hastaneleri

İletişim Yayınları, Türkiye’de sağlık sisteminin dönüşümünü tüm cepheleriyle inceleyen makalelerden oluşan Şehir Hastaneleri’ni yayımlıyor. Her biri alanında uzman olan isimler tarafından kaleme alınan bu makalelerde, şehir hastaneleri olgusunun ne ifade ettiğinden hastaları ve sağlık çalışanlarını bekleyen yeni sorunlara dek birçok nokta masaya yatırılıyor. Türkiye’de uygulanan sağlık politikalarına eleştirel bir gözle bakan kitap, Ankara, Mersin, Adana ve Yozgat illerinde yaşananlar üzerinden somut örnekler de içeriyor.

Arka kapaktan:

Konu: Doğrudan doğruya sağlığımız! Türkiye’nin sağlık sistemi, uzun süredir, birçok kamu hizmeti alanında olduğu gibi piyasalaştırma yönünde dönüşüyor. Bir kamu-özel ortaklığı modeli olarak devreye giren şehir hastaneleri, bu dönüşümün yeni ve kapsamlı bir aşamasıdır. Elinizdeki kitapta, şehir hastaneleri olgusu çok yönlü olarak değerlendiriliyor. Bu modelin ekonomipolitiği nasıl işliyor, iktisadi ve malî etkileri nedir? Hukuki çerçeve nedir, şehir hastaneleriyle ilgili açılan davalar nasıl bir seyir izliyor? İstihdam koşulları nedir, sağlık çalışanlarını neler bekliyor? Hastaları neler bekliyor; tıbbi gerekliliklerden çok „müşteri memnuniyetini“ gözeten sistemin etkileri neler olacak? Kitapta, Ankara, Mersin, Adana, Yozgat, örneklerinde, şehir hastaneleri projesinin ilk elde edilen somut deneyimleri de ele alınıyor. Türkiye’nin sağlık sistemiyle ilgili, ürkütücü bir sağlık taraması…

Eriş Bilaloğlu, Sedat Çal, Uğur Emek, Özgür Erbaş, Bayazıt İlhan, Ali İhsan Ökten, Sabri, Öncü, Kayıhan Pala, Mustafa Sönmez, Çiğdem Toker, Raşit Tükel, Ful Uğurhan, Cavit Işık Yavuz ve Halis Yerlikaya’nın katkılarıyla.

Kitaptan alıntı:

„Kamu özel ortaklığı finansman yöntemiyle yurttaşların cebinden küresel sermayeye kaynak aktarılıyor. Bu sistemde, şehrin içinde yer alan kolay ulaşılabilir hastanelerin kapatılması hastalar açısından sağlık hizmetlerine erişim zorluğu getiriyor ve dolayısıyla halkın sağlık hakkının engellenmesine neden olabiliyor.“ Prof. Dr. Raşit Tükel Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi Başkanı

[ad_2]

Devamini oku >>

Cok okunan

To Top